Wednesday, April 4, 2012

Bir kitap



Yabancı şehirleri anlamanın en iyi yolu o şehirlerde yaşamaktır. Yaşamaya sabırsızsan şehrin yaşayanları yol gösterir. O da yoksa kitaplar vardır.
Aralık 2011. Londra hakkındaki kitapların peşindeyim. Charing Cross’ta kitapçıları dolaşıyorum. Birden bir kitapçının vitrininde gözüme bir kitap ilişti. Kapağında şöyle diyordu:
“LONDRALILAR
Onu seven, nefret eden, yaşayan, terk eden ve özleyenlerce anlatıldığı üzere
Şimdinin Londra’sında gece ve gündüz-“
Bir kitap adı bu kadar mı yakalar insanı. Hemen dükkandan içeri girdim, kitabı istedim. Hard cover 436 sayfalık bir başyapıt. Yazarı Craig Taylor Kanada’da doğmuş büyümüş ve 2000 yılında yolu bir şekilde Londra’ya düşmüş. O gün bugündür Londralı.
Kitap haliyle onun hikayesiyle başlıyor.
Şöyle diyor önce:
“Londra’ya geldiğim ilk gün Tower Bridge’in karşısında dikilmiş duruyordum. Gri ve ürkütücü görünüyordu. Sonra kendi kendime şöyle dedim. Nasıl bir insanın yolu buraya düşer ki?”
Ve sonra şöyle devam ediyor:
“Londra’yı kovaladım durdum. Bu süreçte içimde ona karşı karmaşık bir aşk büyüttüm. Coşkulu, asab bozucu, sürprizli, kendini tekrarlayan, yorucu ve hiç bitmeyen, hayatı dolduran bir aşktı bu.
Londra benim için mazoşizmdi, mutluluktu, karardı, bir yol ayrımıydı.”
*
Craig Taylor’un yazdığı Londra kitabı şimdiye kadar okuduklarımın en iyisi diyebilirim. Basit bir fikirden yola çıkan samimi anlaşılır bir dille anlatılan gerçek hikayelerle dolu.
Küçük röportajlar yapmış. Mesela metroda yol boyunca istasyonların adını söyleyen seslerden biriyle konuşmuş. Tiyatrocu bir kız. Uzun süre işsiz kaldıktan sonra TFL’in (Transport for London) yeni açılan bir metro hattı için istasyonların adını söyleyecek bir seslendirme sanatçısı aradığını öğreniyor. Seçmelere katılıyor ve işi alıyor. Yaptığı işi anlatırken şöyle diyor:
“Her hat için ayrı sesler vardır. Çünkü Londra’da her metro hattı başka başka şirketlerce işletilir. Ancak tüm hatlarda bir devamlılık olması gerekir. Ben her istasyonun adına bayılıyorum. Özellikle ‘Picadilly Circus’u söylemeyi çok seviyorum . Ama favorim ‘Theydon Bois’. ‘Mind the gap’ doğruca söylenmeli. Ben defalarca denedim. Çok korkutucu olmasını istemiyordum ama bir yandan da bunu söyleyenin plastik botlu aptal bir kız olduğunu düşünmelerini de istemiyordum. Sonuçta insanları muhtemel bir tehlikeye karşı uyarmakla tehdit etmek arasında bir denge olmalı, öyle değil mi?
Ve size komik bir şey daha söyleyeceğim. TFL’in beni işe aldığını, o zamanki erkek arkadaşımla ayrılık konuşması yaptığım bir yemekte öğrendim. Telefonu kapattım ve ona şöyle dedim: Senin için üzgünüm, artık beraber olamayacağız ama sürekli sesimi duyacaksın.”
*
Craig Taylor, Londra için fiiller şehri diyor. Çok doğru tespit!
Bir Londralının en iyi tarifi etraftaki insanlardır. Metro trenlerine doluşan insanlar, kaldırımları dolduran insanlar, Tesco’nun kasa kuyruklarında bekleyen insanlar, ücretsiz akşam gazetesini kapışan insanlar, parklarda oturan insanlar, nedenleri ve nereden geldikleri önemli olmaksızın gülen, merdivenin sol tarafından inen, yürüyen, koşan, cep telefonlarıyla konuşan, tartışan, içen, sallanan, yerlerde sürünen insanlar…

Ve benim için Londra, tıpkı Craig Taylor’ın söylediği gibi:
Mazoşizm, mutluluk, karar ve bir yol ayrımıdır.

No comments:

Post a Comment