Friday, April 6, 2012

Emprovize


25 Mart 2012. Londra’da hava açık güneşli. Saat 7 sularında, South Kensington’da Royal Albert Hall’a yürüyorum. Yaz saati. Ne güzel artık hava geç kararıyor. RAH’nın görkemli silüeti uzaktan belirdiğinde, gökyüzünde günden kalan yumuşak bir ışık var. Elimdeki bilete bakıyorum. 9 numaralı kapıya yöneliyorum. Bölüm M sıra 2 koltuk no 98. Bulmam gereken adres bu. Konserin başlamasına çok az var ama ben RAH’nın koridorlarında oyalanıyorum. Duvarlardaki fotoğraflara bakıyorum. Pavarotti’den Florence and the Machine’e uzanan tuhaf bir liste var. Herkesler çalmış, yolu geçmeyen kalmamış.
Adımlarımı hızlandırmam lazım... Koridor salona girmek için koşuşturan, kadehlerinden son yudumları almak için oyalanan, konuşan, benim gibi etrafı seyreden insanlarla dolu.
Bölüm M. İşte burası !
Salona adımımı attığım an nefesim kesiliyor. Tavan o kadar yüksek ki, ne kadar yüksek olduğunu hesaplayamıyorum. 1,2,3,4 kat olsa..balkonlar da var..kırmızı kadife koltukların, yaldızlı sütunların arasında kayboluyorum..4 kat ve balkonlar..Bu bir süre böyle devam ediyor. Sonra görevlilerden biri yardım etmek istiyor. Sırayı ve koltuğu işaret ediyor. Ağzım açık, etrafa bakınarak iniyorum merdivenleri. Ve yerimdeyim. Sahneye 7-8 metre uzakta, kusursuz bir dairenin sağ kanadında, sol alt köşede bir noktada. Koltuklar sağa sola dönüyor. Böylece yol verirken iki büklüm ayakta dikilmek zorunda kalmıyorsunuz. Ama biraz rahatsız mıdır nedir?


Saat 8 gibi ön grup sahne alıyor. Grupta tek bir adam var: M. Ward. She&Him’in ‘Him’i M. Ward. Zooey Deschanel ile iyi bir ikili olduklarını düşünmüşümdür. Ama tek başına da fena değildi.
Sadece benim için biraz fazla folk takıldı.
M. Ward sahneden indiğinde bir ara oluyor. Ve ben Feist’ı beklemeye koyuluyorum...

Derken telaşlı biri gelip yanıma oturuyor ve konuşmaya başlıyor. Ön grup nasıldı? çok şey kaçırdım mı? bileti şöyle buldum, buradan önce şuradaydım o yüzden geç kaldım…Soluksuz konuşuyor. Neden sonra tanışıyoruz Olivia ile. Tıpkı benim gibi o da bir gazeteci, o da Feist'a bayılmıyor ama meraklı tıpkı benim gibi... Benden farklı olarak o, çalıştığı yayın için konser hakkında bir review yazacak. Ara epeyce uzun. Bu sürede Feist’tan, yeni neslin müzik anlayışından, Londra’dan, Olivia’nın bugünlerde yaşadığı Manchester’dan, İstanbul’dan, RAH’nın görkeminden ve kendi hikayelerimizden konuşuyoruz. Bana, 12 yıl boyunca Tokyo’da yaşadıktan sonra işini, ilişkisini nasıl bırakıp geldiğini, yeni başlangıçların ne kadar zor ama aynı zamanda ne kadar güzel olduğunu anlatıyor. Şaşkınım, dünyada risk alan, hayallerinin peşinde koşan tek deli olmadığımı görmekten memnunum.

Biz konuşurken salon kararıyor. Sahnedeki dev ekranda kırmızı, mor, sarı, yeşil rengarenk bir görüntü beliriyor. Müzisyenler tek tek sahneye çıkıyor. Vokaldeki kızlara gözümüz takılıyor, bunlar da kim derken Feist sahnede. Salonu selamlıyor, Prens Albert için kadeh kaldırıyor ve gitarını alıp çalmaya başlıyor. Olivia ve ben ve salondaki diğer yüzlerce insan sessiz bir merakla dinliyoruz, daha çok izliyoruz.
Vokallere eşlik eden Mountain Man grubu hala tuhaf. 3 genç kızdan oluşan grup kostümleri, çıplak ayakları, tüm hal ve hareketleriyle bir Yunan komedyasında gibi. Dev ekrandaki renk cümbüşü, zaman zaman Feist’ı tam karşısından zumlayan görüntülerle kesiliyor. Feist iyi bir gitarist, iyi bir vokalist ve kesinlikle iyi bir grup lideri. Sahnedeki enerji yavaş yavaş salonun her köşesine yayılıyor. Feist sadece grubunu mükemmel bir şekilde yönetmiyor, kalabalığı da dize getiriyor. Kimi zaman parçalara eşlik edin diyor, kimi zaman sözleri hakkında ne düşünüyorsunuz diye soruyor filan.. Bir an bir Sezen Aksu konserinde gibi hissediyorum; böyle
bir sevgi yumağı durumu var salonda, sahnedeki komşunun kızı havasında…

Yaklaşık 2 saatin sonunda Feist, Londra’nın ‘sweetheart’ı olmuş durumda!

‘Let it die’ın introsunda, salondakilere sevgilisi olan var mı diye soruyor ve çiftleri dansa davet ediyor. Ve ne oluyorsa bu sırada oluyor. Önce bir çift atlıyor sahneye, sonra birileri daha, sonra birden bire sahnede bir dolu insan. Korumalar şaşkın, grubun geri kalan üyeleri de öyle, muhtemelen menajeri kızgın…Feist ise son derece sakin, elinde gitarı gülümseyen bir yüzle çalıp söylemeye devam ediyor.
O söylerken etrafındaki kalabalıkta dans edenler, ona sarılanlar, saçlarını okşayanlar, cep telefonlarıyla fotoğrafını çekenler var. Parça sona erdiğinde müthiş bir gürültü kopuyor. *
Olivia ve ben birbirimize bakıyoruz, ikimiz de ‘bu kadarını beklemiyorduk’.
Feist kalabalığı usulca yararak sahneden ayrılıyor, güvenlik sahneyi boşaltıyor, insanlar yerlerine oturuyor. Feist yeniden sahneye geliyor, 3-4 kez bis yapıp bitiriyor.
Başlarken emprovize mi demiştim?
İşte bu!
Olivia ve benim şu ara yaşadığımız hayatlar, Kanadalı Leslie Feist’ın yaptığı şey.

No comments:

Post a Comment