Monday, April 30, 2012

“The English Way”

                                
Londra bence olağanüstü bir şehir. Ama her büyük şehirde olduğu gibi Londra’da da kimi zaman yorgun düşüyorsunuz. İşte bu yüzden haftasonları Londra dışına çıkmak, Londra’da yaşayanlar için sıkça alınan nefeslerden. Ancak Londra dışında bir haftasonu için plan program yapmak gerek çünkü hem herkes çok yoğun çalışıyor hem kalacak yerden kiralanacak arabaya kadar bürokrasisi bol pek çok operasyonu gerçekleştirmek vakit alıyor. Biz şubat ayında karar verdik, nisan sonunda hedefe ulaştık.
Bir cuma akşamı iş çıkışı, saat 7 sularında, Edgware Road’da Herzt ofisinin önünde buluştuk. Hertz’den arabayı aldık ve yola koyulduk. Planda 6 kişiydik, arabamızı ona göre seçmiştik. Konforlu hatchback bir Ford. Ama J Stephan ve Hitchem gelemeyince biz dördümüz geniş arabamıza rahatça kurulduk; Direksiyonda Fabien, navigator olarak yanında Thibaut ve arkada Özlem’le ben. Cuma trafiğinde Londra’nın dışına çıkmak biraz zahmetli oldu ama sonrası gayet kolaydı. Yaklaşık 2 saatte Cotswold’daki muhtesem cottage’ımıza ulaştık. Nefis bir bahçe, şömineli bir oturma odası, kuzineli bir mutfak, şahane banyolar ve rahat yataklar.
Cumartesi sabahı hava berbattı! Londra’nın çalışkan bulutlarını aratmıyordu gökyüzündeki bulutlar, kova kova yağmur yağdı. Ama Kraliçe gelse Cotswold’u keşif arzumuzdan bizi alıkoyamazdı. Arabaya atladık, kısa bir sürüşten sonra ilk durağımız Chipping Campten’a ulaştık.
Cotswolds’un kuzeyindeki Chipping Campten, ufacık tefecik dükkanları, çay evleri, pubları ve taş evleriyle bölgedeki onlarca şirin kasabadan sadece biri.
Londra’da Ingiltere’de yaşadığınızı anlamadan rahatlıkla uzun süre geçirebilirsiniz. Bana kalırsa dünyadaki en kozmopolit, en çok kültürlü ve en dünya vatandaşı seven şehir Londra. İngiliz yaşam tarzını anlamak için biraz Londra dışına çıkmak gerekiyor. Cotswold gibi lokasyonlar işte bu iş için de ideal çünkü İngilizlerin “The English Way” dedikleri bu yaşam tarzının küçük ama çok önemli detaylarını buralarda attığınız her adımda buluyorsunuz. Örnegin: Londra’da parlemento binasının civarı da dahil olmak üzere ortalıkta pek İngiliz bayrağı göremezsiniz. Burada neredeyse her kapıda asılı.
Tarihi çok eskilere dayanan 5 çayı hikayesini herkes bilir. Saat 17:00-19:00 arasında gerçekleşen bu hadisenin kökeni 1800’lü yılların başlarına uzanıyor. Bedford’un 7’nci Düşesi Anna, iki öğün arası karnı acıkınca uydurmuş bu geleneği. O zamanlar İngilizler iki öğün yiyor: Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği. Anna’nın 5 çayları, maharetli hizmetkarlarının elinden çıkan kekler çöreklerle ünlenince diğer düşesler arasında da hemen yaygınlaşmış, sonra oteller de bu adete uymuş ve işte bugünlere kadar gelmiş.
Cotswold bölgesindeki kasabalarda 5 çayı için özel tasarlanmış çay evlerinden-tea room- mutlaka bir ya da birkaç tane var. Londra da pub cenneti ama yerel biralardan içip fish and chips ya da roast yiyebileceğiniz tipik İngiliz pubları yine bu kasabaların vazgeçilmezleri arasında.
Biz bu The English Way konsepti dahilinde Chipping Campten’da bir çay evinde brunch yaptık. Badgers Hall’da yediğimiz meyveli “scone”ların -yine tipik İngiliz olan bir tür çörek-tadı damağımda kaldı. Çay ve sandviçler de harikaydı. Ozlem’le muhteşem bir tier’ı, tam bir İngiliz asaletiyle paylaştık!
Chipping Campten’dan sonraki durağımız yine harika bir başka kasaba olan Broadway’di. Burası Galler’e yakın Cotswold’un en popüler kasabalarından biri. Harika evleri, 12.yy’dan kalma ve nefis vitrayları olan bir kilisesi ve yerel yiyeceklerin satıldığı bir çarşısı var. Aksam yemeği için alışverişimizi Broadway’den yaptık. Peynir, şarap, sebze ve meyve… Fabien’in hayali bahçede barbeküydü ama hava muhalefeti nedeniyle mümkün olmadı. Yine de yılmadı bize nefis etler pişirdi. Patlıcan ve patates cipsleri eşliğinde servis etti. Zaten Fransızlarla yemek bir şölen! Thibaut ve Fabien’in hazırladığı yemekler kadar seçtikleri şarabın da tadı şahaneydi. Ozlem’le ben de peynirler konusunda fena iş çıkarmadığımızı düşünüyoruz. En azından bu konuda herhangi negatif bir eleştiri almadık.
Cotswold’da konaklamanın çeşitli yöntemleri var. Bizim gibi, yeme içme işini kendinizin becerdiği muhteşem cottage’ları kiralayabileceğiniz gibi B&B -bed and breakfast- ya da çok yıldızlı oteller de var. Ancak "The English Way" nasıl diye meraktaysanız kesinlikle tercihinizi cottage’dan yana kullanın derim. İngiltere’de country yaşamı elit bir şey. Ahali öyle taşralı filan değil, gayet royal! Bahçe kültürü inanılmaz gelişmiş mesela. Her evin harika bahçeleri var. Güzel havalarda bu bahçeler 5 çaylarıyla şenleniyor. Evlerin içiyse dekorasyon dergilerinden fırlamış gibi. İncecik güzelim detaylarla dolu. Yollar boyunca uzanan yeşilliklerdeki atların, ineklerin, koyunların, domuzların güzelliğini de ekleyelim.
Cumartesi akşamı gecemiz şömine karşısında şarap ve peynirle sonlandı. Pazar sabahıysa fırtınaya uyandık. Ögle saatlerinde, bahçemizi kullanamadığımıza üzgün ama yine de memnun cottage’dan ayrıldık. Bir başka Cotswold kasabasında, yine bir İngiliz geleneği olan ‘sunday roast’ -İngilizlerin kızarmıs koyun, biftek ya da domuz eti yiyip yanında bira içtiği çok da matah olmayan geleneksel pazar menüsü-keyfinden sonra Stow on the Wold’a ulaştık. Orta yerinden küçük bir nehrin aktığı Stow on the Wold’da hava muhalefeti nedeniyle hızlı bir tur atıp yola devam etmek zorunda kaldık. Ama burası benim favorimdi diyebilirim.
Bu arada Cotswold’daki şehir ve kasabaların olmazsa olmazlarından biri de antika dükkanları. Bizi pek açmadı ama meraklısına ilginç gelebilir. Ha bir de şeker dükkanları var, ufacık tefecik pek şirin. Türlü türlü fudge-türkçesi yumuşak şekerleme- satın alabileceğiniz bu dükkanlardan birinde biz Türk lokumu bulduk:limonlu-güllü!
Londra’ya dönmeden önce son durağımız Burford oldu. Yine 5 çayı için kısa bir süre konakladığımız bu kasabada biraz alışveriş de yaptık. Mesela Cotswold’da arıcılık meşhur. Burford’un ünlüsü Huffkins’den, bölgenin çiceklerinden beslenen Cotswold arılarının yaptığı ballardan aldık. Londra’da çay keyfine devam etmek için biraz scone vs vs daha…
Cotswold yolculuğu boyunca bize yerel radyolar eşlik etti. Free FM ve Heart FM’ın iki favorimiz olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Onlara çok şey borçluyuz. .Diğer yandan çok uğraştık, asaletimizi koruyalım dinleyelim dedik ama opera yayını yapan yerel kanala ne yazık ki çok uzun süre sadık kalamadık.
Yolculukları en güzel şarkılar anlatır, o zaman Cotswold maceramızın top 3 parçasıyla bitiyorum:
*Hande ve Özlem için Use Somebody, KOL
*Fabien için Somebody That I Used to Know, Gotye
*Thibaut için I Believe I Can Fly, R. Kelly



                                     



                                        
                       





No comments:

Post a Comment