Wednesday, April 4, 2012

Sarayda rock !

Ocak ayının sonunda İstanbul’a kısa ziyaretimde kar vardı. Hem de ne kar. Dönüş yolunda 8 saatlik rötora sebep olan bu kar Londra’da da peşimi bırakmadı. Şimdi size Londra’da karlı kaplı bir Şubat akşamını anlatacağım. Hikaye şöyle başlıyor:
Aralık ya da Ocak’tı sanıyorum… Gazetede bir konser ilanı gördüm. Sevdiğim, merak ettiğim bir grubun konseriydi, kaçırılmayacak bir tanesi. Ancak bana Londra’nın klişelerini say deseniz listeye mutlaka şu lanet olası “sold out” lafını da koyarım. Burada hayat o kadar önceden planlı programlı ki benim gibi plan program meraklısı biri için bile çok fazla. Konser biletleri, hele de iyi birileriyse sahnedekiler, hemen tükeniyor. Bu durumu anlayana kadar ilk birkaç ay müthiş hayal kırıklıkları yaşadım. Neye bilet almaya kalksam aynı sözcüklerle karşılaşıyordum: “SOLD OUT”. 9 Şubat akşamı için de durum farklı değildi. İstanbul’daki bir arkadaşıma bilet kalmadığından yakındım. Bana ‘git kapıdan girersin’ dedi. “Burası Türkiye değil, yok öyle kapıdan girmek filan” diye ahkam kestim ama o ‘kapıdan girersin’ lafının gazıyla arzum şiddetlendi ve denemeye karar verdim.
Belki her konser için aynı durum geçerli değildi…
*
Konser günü gündüz hava gayet açıktı. İşten sonra eve geldim. Üzerimi değiştirdim, akşam saat 7 gibi kapıdan çıktım. Ve aman tanrım, her yer bembeyaz. Ama bir kere bir şeyi aklıma koyduysam mutlaka yapmam lazım, yılmadım yola koyuldum.
Konser mekanı şehrin kuzeyinde uzak bir yerlerdeydi. Önce otobüse ardından trene binmem gerekti. Yaklaşık 1 saat süren yolculuktan sonra muhteşem Alexandra Palace’a ulaştım. Trendeki herkes zaten konser için oradaydı, hemen kaynaştık. Binlerce insan tren istasyonundan konser alanına beraber yürüdük. Ve ben Londra’nın da Türkiye’ye benzer yanları olduğunu, “kapıdan girersin” özdeyişinin (!) burada da gayet geçerli olduğunu o akşam öğrenmiş oldum.
*
Alexandra Palace Londra’nın kuzeyinde, Hornsey ile Muswell Hill ve Wood Green arasında konumlanıyor. Etrafını çevreleyen aynı adlı park 1873 yılında bir rekreasyon, eğitim ve eğlence alanı olarak tasarlanmış. İlk adı People’s Palace’mış. Ally Pally adıyla da anılıyormuş.  1936 yılında BBC’nin TV istasyonu olmuş. İkonik radyo kulesi halen kullanılıyor. Yine 1800’li yıllarda inşa edilen Viktoryan tiyatrosu şahane konserlere ev sahipliği yapıyor. Üstelik sahne sistemi de orijinal! 
Alexandra Palace ve çevresi Londra’nın tarihi koruma alanlarından. 2007 yılında bir renovasyona uğramış. O sırada bünyesine bir otel, bir buz pateni pisti, sinema, bowling salonları vs ilave edilerek tam teşekküllü bir eğlence alanına dönüştürülmüş.
Tren istasyonundan konser mekanına yürüyüş bir hayli uzun. Parkın içinden tepeye zorlu bir tırmanış söz konusu. Yürümeyi sevmiyorsanız ring otobüsler de var.
Gelelim konsere…
Herhalde son yıllarda izlediğim en heyecan verici performanstı 9 Şubat akşamı Black Keys’in Alexandra Palace’da verdiği konser. Müthiş bir kalabalık, şahane bir atmosfer, hepsini bildiğim bir setlist.
Ohio’lu  -birazcık blues soslu- rock grubu Black Keys, gitar ve vokallerde Dan Auerbach ve davulda Patrick Carney’den oluşuyor. İki kafadar ilk albümlerini 2002 yılında çıkarıyor. The Big Come Up adlı bu albüm Patrick Carney’nin garajında kaydediliyor. (Yaşasın garaj rock!) İlk albümün ardından neredeyse her yıl yenisi geliyor. 2003’te Thickfreakness, 2004’te Rubber Factory, 2006’da Magic Potion, 2008’de Attack & Release ve 2010’da Brothers. Kızıl saçlı Dan ile gözlüklü Patrick’in müzikal yolculuğunda dönüm noktası bu son saydığım albüm oluyor. Pekçokları Black Keys’i 2011 yılında bir Grammy ile taçlandırılan bu albümle seviyor.
Black Keys’in Alexandra Palace’daki konseri aslında 2011’de çıkan son albümleri El Camino’nun Avrupa turnesi kapsamındaydı.  Fakat konsere Brothers’dan muhteşem Howlin' for You ile başladılar ve setlist’te albümünün hemen hemen geri kalanı da vardı. Son albümden Lonely Boy ile sahneden indiler. Bisdeyse yine Brothers’dan Everlasting Light ve She's Long Gone ile Attack & Release albümünden I Got Mine’ı çaldılar. Dan Auerbach elinde gitarıyla hoplayıp zıplarken yaramaz bir oğlan çocuğunu andırıyordu. Patrick Carney ise konser başlar başlamaz davuluyla tekvücuttu. Hangisi nerede başlıyor nerede bitiyor ayırd etmek pek mümkün olmadı.
*
Konser çıkışı kar iyice bastırmıştı. Black Keys’le coşan kalabalık, karla kaplı parkta çocuklar gibi şendik. Yerlerde yuvarlandık, kar topu oynadık, kalan biralarımızı içtik. Ve elimiz yüzümüz mosmor kafalarımız güzel, trenlere binip olay mahalinden uzaklaştık.

Hala Black Keys dinlerken gözlerimi kapatıp o akşamı hayal ediyorum. Tek kelimeyle: Nefisti!

No comments:

Post a Comment