Wednesday, April 4, 2012

Lynch etkisi

Londra’da kış zor geçti. Hem şehirde yeni ve yalnızdım hem geceler uzundu hem de hava çok soğuktu. Ömrü hayatımda atlet giymeyen ben 4 ay boyunca kayak içlikleriyle dolaştım. Zaten çok üşürüm burada üşümenin nirvanasını buldum.
Uzun kış gecelerinden birinde yine dondurucu bir soğuk vardı. Evden çıktım. Yönüm Soutbank istikametim BFI’ydı.  
BFI özetle bir film kütüphanesi. İngiltere’nin en büyük film arşivine sahip bir sanat merkezi.  Bu muazzam arşivini sık sık çeşitli etkinliklerle paylaşıyor. Şubat ayında David Lynch arşivini paylaşmaya karar vermişler. Amerika’nın karanlık adamı, mistik dünyamın en havalı karakteri Lynch’in başyapıtlarından kısa filmlerine, hakkındaki dokümanterlerden seminerlere BFI adeta 1 aylık bir Lynch açık öğretim programı sunmuş gibiydi.
Açılışı söz konusu o akşam Wild at Heart ile yaptım. Kimbilir daha önce ne zaman izlemiştim... Nicholas Cage’in adamın tekinin kafasını parçaladığı ilk sahnesinden Elvis Presley’den Love Me Tender’ı söylediği son sahnesine kadar fantastik bir filmdir. Güzel bir Lynch etkisi yaratır.
Soğuktan mıdır filmden midir bilmiyorum çıkışta tüylerim diken dikendi. Waterloo köprüsünün altından metro istasyonuna doğru yürürken biri bana seslendi. Etrafıma bakındım, kimseleri göremedim. Yoluma devam ettim, yeniden aynı sesi duydum. Bu kez arkama dönüp baktığımda karşımda bir adam duruyordu. Çöp kokuyordu ve benden sigara istedi. Yok dedim, gözümün içine baktı, dönüp gitti. Adamın yüzü Willem Dafoe’ya benziyordu. (Dafoe Wild at Heart’taki en sıkı karakterlerden biri olan Bobby Peru’yu oynar) Bendeki ürperti iyiden iyiye arttı. Bir yanımda Thames’in karanlık suları, bir yanımda BFI’ın bünyesinde bulunduğu National  Theatre’ın kırmızı neon ışıkları, kafamda soru işaretleriyle kala kaldım. Kulağımdaki şarkıda şöyle diyordu:
“What the hell am I doing here?
I don't belong here
I don't belong here”
*
Amerikan film endüstrisinin yetiştirdiği en ayrıcalıklı şahsiyetlerden biri olan David Lynch’in filmleri rüya gibidir. Karanlık, karmaşık rüyalardır bunlar ve uzun süre aklı oyalar. Bobby Peru’yla karşılaştığım (!) o gece de öyleydi.
Wild at Heart’tan sonra Kayıp Otoban’ı, Mulholland Çıkmazı’nı, Twin Peaks’i izledim. Ziyadesiyle dengemi bozdum! Blue Velvet’a da bilet almıştım, hastalandım gidemedim. En kayda değer olansa Helen Gallacher tarafından hazırlanmış 47 dakikalık olağanüstü Lynch belgeseliydi. Lynch’in rüya dünyasını, bu dünyanın sürreal figürleriyle psikanalitik kodlarını anlatan bu belgesel bugüne kadar gördüklerimin en iyisiydi diyebilirim.
Lynch etkisi uzun süre geçmedi. Zaten pek kolay geçmez. Şimdilerde transandantal meditasyona kafayı takmış durumdayım. David Lynch 30 yıldır okyanusa dalıyor, yani kendi iç dünyasının derinliklerine… Filmleri ve müziği buradan dalıp çıkardıklarının sadece bir bölümü. İçimizdeki dünyada dışımızdaki dünyadan çok çok daha fazlası olduğunu bilenler ne demek istediğimi anlayacaktır.

No comments:

Post a Comment